29 Aralık 2010 Çarşamba

Ağzından çıkanı kulağı duymayan LİNÇÇİ Oyun Atölyesi patronu Nihat Haluk Bilginer, Hilmi Bulunmaz'ın adını vermeden, "okumadan yanıt verenler" diyor!

(...)

Tartışma ve polemikler üzerine...

Bir dergideki (46 Dergisi) benimle yapılan röportajın tamamı okunmadan yanıt verenler oldu. Çok ayıp oldu. Röportajın tamamını okusunlar. Aklı başında olan herkesin altına imza atacağına eminim ben. Çok hayal kırıklığına uğrattılar beni. Şunu anladım: Türkiye’de seyircinin deşifresi, eğlence sektörünün deşifresinden çok daha iyi. Çünkü eğlence sektöründeki insanlar, magazin gazetecilerinin onlara aktardığı cümlelere bakarak, röportajın tamamını okumak zahmetine girmeden tepki gösterdiler. Ben tiyatrocuyum. Okuduğum metni anlamak benim vazifemdir. Onlar okudukları metni anlamıyorlarsa, deşifre edemiyorlarsa benim suçum değildir bu. Röportajı okuma zahmetine girerlerse, benden özür dileyeceklerine eminim!..

(...)

(Kaynak: tiyatronline.com)


***


Ayrıca bakınız:

Timur, "Oyuncuların çoğu yavşaktır" sözüne karşı çıktığı için Haluk Bilginer tarafından mahkemeye verilen Hilmi Bulunmaz'sız bir "yavşak" yazısı yazdı

Bulunmaz Tiyatro'yu kurup yöneten sosyalist sanatçıHilmi Bulunmaz, yayını yavaşlayan TÜRKİYE'NİN TEK SOSYALİST TİYATRO SİTESİ için açıklama yaptı...

İşte egemen ahlâk: Haluk Bilginer ad vermeden"Oyuncuların çoğu yavşak" derken, Zuhal Olcay, Bilginer'i kastederek "Diğerini sevmiyorum" diyebiliyor!

"Oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle..." diyen Nihat Haluk Bilginer'e "yavşak" dediği için tutuklanmak istenen Hilmi Bulunmaz'a bugün gelen tebliğ!

.........................................T.C.
....................................KADIKÖY
...................1. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ


.......................................................................................DEĞİŞİK İŞ KARAR

DEĞİŞİK İŞ NO: 2010/236

HAKİM: TAMER AKGÖKÇE 28294
KATİP: ÖZGE KAHYAOĞLU 128835

TUTUKLAMAYA İTİRAZ EDEN
KARŞI TARAF:
Hüseyin Hilmi Bulunmaz
TALEP: Kadıköy 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 22/10/2010 tarih ve 2010/1908 D. İş sayısına itiraz
İTİRAZ TARİHİ: 04/11/2010
KARAR TARİHİ: 26/11/2010

Hüseyin Hilmi Bulunmaz Kadıköy 2. Sulh Ceza mahkemesinin 22/10/2010 tarih 2010/1908 Değişik iş sayılı Yayından çıkartma kararına itiraz etmiş olmakla evrak incelendi

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

Kadıköy 2. Sulh ceza mahkemesinin 22/10/2010 tarih 2010/1908 D.iş sayılı kararda usul ve yasaya aykırılık görülmediğinden, itirazın reddi noktasında karar vermek gerekmiştir.

HÜKÜM


1 - Kadıköy 2.Sulh ceza mahkemesinin 22/10/2010 tarih 2010/1908 D.iş sayılı karara yönelik itirazın REDDİNE

2 - Kararın bir suretinin itiraz eden şüpheliye C.savcılığınca tebliğine

3 - Evrakın C.Savcılığınca iadesine

Dosya üzerinde yapılan inceleme neticesinde mütaalaya uygun kesin karar verildi.
26/11/2010

Katip 128835 .............................................................Hakim 28294
......İmza ................................................................................İmza



***


Ayrıca bakınız:

"Oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle..." diyenHaluk Bilginer, "Ezel" dizisine yükselirken, Bilginer'e"yavşak" diyen Bulunmaz'a tutuklama kararı!!!

Oyun, oyuncu, oyunculuk; tiyatro, sinema, televizyon oyunculuğu!

Hilmi Bulunmaz
22 Aralık 2010


Ben, yaklaşık olarak kırk yıldır, çeşitli sanatların yanı sıra, tiyatro sanatıyla da uğraşıyorum. Yirmi yılı aşkındır Bulunmaz Tiyatro'nun, on beş yılı aşkındırBulunmaz Kültür Merkezi'nin sahibiyim. Kendimi bildim bileli, oyun, oyuncu, oyunculuk; tiyatro, sinema, televizyon oyunculuğu üzerine kafa yoruyor, bu konu hakkında sürekli olarak konuşup, bu konuyu değerlendiren yazılar yazdığım gibi, bu konuda kılgısal ve kuramsal çalışmalar da yürütüyorum.

Peki, oyun nedir ve oyuncu kime denir?

Bu soruya yanıt verecek kişiye göre, bu sorunun birçok değişik yanıtı vardır...

Oyun ve oyuncu kavramlarına yaklaşım içerisine giren herhangi bir kişi, kendi dünyasının uzantısı olan bir düşünceyle bu kavramlara hayatiyet kazandırır. Yukarıdaki soruya yanıt verecek olan kişi, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için oyunculuk tahkimatı yapmışsa yada yapıyorsa, o kişi, ister istemez, kapitalizmin zorunlu kıldığı meta estetiğine hizmet etmek zorunda kalacağından, tiyatroda, sinemada ve televizyonda bir "reklâm figürü" olmanın ötesine asla geçemeyecek ve bir meta estetiğinin imgesel izdüşümü olmaktan kesinlikle kurtulamayacaktır.

Ancak...

Yukarıdaki soruya yanıt verecek herhangi bir başka kişi, sosyalist dünya görüşünü benimsemiş ve bu benimseme doğrultusunda bir kültür politikası geliştirmişse, o kişi, işçi sınıfının ideolojik, sınıfsal, siyasal ve toplumsal çıkarlarına hizmet etmek için kendisini kurgulamış ve bu kurgu doğrultusunda irade kullanıyor demektir.

Bir oyuncu, daha sanat yolunun başındayken, henüz sanat yoluna çıkmaya yeltenirken, niyetten bağımsız olarak, yukarıdaki soruya vereceği yanıt doğrultusunda jest geliştirecek, mimik yapacak ve ses verecektir.

Bir insan, sadece konservatuara girebilmek, konservatuarı bitirdikten sonra, sadece Devlet Tiyatroları'na yada Şehir Tiyatroları'na kapağı atabilmek, Devlet Tiyatroları'na yada Şehir Tiyatroları'na kapağı attıktan sonra, sinema ve/ya televizyon kanallarında iş kapabilmek için sanat yoluna çıkmışsa, o insan, gerçek anlamda bir sanatçı olamayacağı gibi, gerçek anlamda bir oyuncu da olamaz!

Böyle bir insanın, bir ayakkabıdan, bir ayrandan, bir bankamatik kartından, bir bıçaktan, bir biradan, bir bisikletten, bir bulaşık makinesinden, bir buzdolabından, bir çamaşır makinesinden, bir cep telefonundan, bir çarşaftan, bir çataldan, bir çerezden, bir çöp kutusundan, bir deodoranttan, bir deterjandan, bir fritözden, bir halıdan, bir eşofmandan, bir hazır çorbadan, bir iç çamaşırından, bir jiletten, bir kapıdan, bir kapı kolundan, bir kapı kulundan, bir kaşıktan, bir klimadan, bir koladan, bir konserveden, bir kredi kartından, bir masadan, bir maşadan, bir mendilden, bir mezeden, bir nevresimden, bir orkidden, bir otomobilden, bir parfümden, bir paspastan, bir patlamış mısırdan, bir pencereden, bir prezervatiften, bir rakıdan, bir sabundan, bir sakızdan, bir sigaradan, bir şampanyadan, bir şampuandan, bir şaraptan, bir tavadan, bir televizyondan, bir tencereden, bir vidadan, bir viskiden, bir yataktan, bir yorgandan yada sizin aklınıza hemencecik gelebilecek herhangi bir başka metadan hiçbir farkı yoktur.

Hiçbir zaman için gerçek anlamda toplumcu bir karakter sahibi olamayacak bu tipteki oyuncular, henüz konservatuarın kapısından ilk adımlarını atar atmaz, en yakın reklâm ve/ya casting ajansına koşarak, birkaç poz fotoğraf çektirip kendilerini pazara sürülmeye hazır birer meta esteti gibi görmeye başlarlar.

Oyuncu da, bir insan olduğu ve içine doğduğu düzenin bir türevi olacağı için, eğer olağanüstü bir çaba harcamadan yoluna devam ederse, ister istemez, düzenin gelişimine katkıda bulunur. Düzenin gelişimine katkıda bulunan oyuncunun önünde, çok değişik seçenekler yoktur. Zâten düzen, kendisini sonsuza dek yaşatacak imgelere gereksinim duyduğu için, konservatuarlar, tiyatrolar, sinemalar, televizyonlar kurmuştur. Düzenin içine doğan ve bu düzenin türevi olan oyuncunun, gerçek anlamda bir tek işlevi vardır: Kapitalizmi ilelebet muhafaza ve müdafaa etmek için, meta estetiğinin imge kuluçkasına yatmak!

Oyuncu, kapitalizmi ilelebet muhafaza ve müdafaa etmek için, meta estetiğinin imge kuluçkasına yatarken, bir yandan da, kendini doğru şeyler yaptığı konusunda inandırmak ve toplumu bu konuda ikna edip kandırmak için, "entelektüel uğraş" içerisine girer. Bu tip düzen bekçisi oyuncular, ister Atatürkçü, ister "Atakürtçü", ister İslâmcı, ister Turancı olsunlar, kapitalist sömürü düzenini asla rahatsız etmedikleri gibi, kendileri de bu sömürü düzeninden asla rahatsız olmazlar.

Kapitalist sömürü düzenini rahatsız etmeyen, bu sömürü düzeninden beslenen oyuncular, bir yandan reklâm sektöründe dans ederlerken, bir yandan da televizyon dizileriyle halkın mışıl mışıl uyuması için, meta estetiğinin kuluçka makinesine imgesel tahkimat yaparlar. Oynadıkları tiyatro gruplarındaki patronların, Kültür Bakanlığı çanağı yalamasına asla ses çıkar(a)mayan sömürü düzeni oyuncuları, tiyatro patronlarının Efes Pilsen tezgâhtarlığı yapıp kitleleri alkolizme yönlendirmesinden hiçbir rahatsızlık duymazlar.

Hak, halk, hukuk için değil; cep, kasa, küp için oyun oynayan sömürü düzeni oyuncuları, halkın uğradığı haksızlıklara, hukuksuzluklara asla ses çıkar(a)madıklara gibi, üstüne üstlük, halkın uğradığı haksızlıkların, hukuksuzlukların üzerinin örtülmesi için nevresim yada yorgan rolünü üstlenirler!

Kapitalist sömürü düzeninin oyuncuları, arada bir uyuzları kaşındığı zaman, aslında kendilerinin de sömürüldüğünü, "bilinenin aksine, 'cep harçlığı' denilebilecek rakamlar aldıklarını" ifade etmeye yeltenseler de, gerçek anlamda, hiçbir muhalefet yapabilecek bir yürekliliğe sahip olmadıklarından, kendi mırıldanmalarına, kendileri bile inanmazlar. Onlar, sadece konuşmak için konuşmuş olmanın ötesine bir türlü geçemezler.

Genelde bir sanatçı, özelde bir oyuncu, başkalarının iradelerine teslim olarak sanatçılık, oyunculuk yaparsa, hiçbir zaman için, gerçek anlamda kendine yetebilecek kadar özgür olamayacağından, tarihin tekerine çomak sokabilecek güçte, tarihin rengini değiştirebilecek düzeyde, tarihin gidişatını sarsabilecek değerde herhangi bir işe imza atma yeteneğine asla sahip olamaz.

Düzenin sanatçısı, düzenin oyuncusu, kralın soytarısından, padişahın dalkavuğundan hiçbir farka sahip değildir. Sömürü düzeninin sanatçısı, sömürü düzeninin oyuncusu, saraylardaki eğlencelere renk katan soytarı ve/ya dalkavuktan bir tek farka sahiptir; bu tür sanatçı, bu tür oyuncu, kendisini bağımsız, demokrat, özgür... sanır. Soytarılar, dalkavuklar gibi, kralın ve/ya padişahın elinden kese içerisinde altın almak yerine, bankamatiklerden kağıt para almanın ötesinde, soytarılardan, dalkavuklardan hiçbir farkı bulunmayan sömürü düzeni oyuncuları; tiyatroda olsun, sinemada olsun, televizyonda olsun, sadece ve sadece kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için ter döküp, bu sömürü düzeninin devam etmesi için olmadık hareketler yaparlar.

Peki, kralın soytarısı, padişahın dalkavuğu, sömürü düzeninin sanatçısı, sömürü düzeninin oyuncusu olmamak; halkın hakkını, halkın hukukunu savunmak için mücadele veren bir oyuncu olabilmek için ne yapmak gerekir?

Her şeyden önce, mutlaka, ama mutlaka, oyunculuğu bir ekmek teknesi, bir çorba tekkesi, bir çift kaymaklı ekmek kadayıfı yenilebilecek saray muhallebicisi olarak görmemek gerekir. Bir oyuncu, oyunculuktan para kazanmak yerine, "bir başka iş" yaparak, oyunculuğunu, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için zorunlu bir öge olan meta estetiğinden uzaklaştırması gerekir. Oyuncu, oyunculuğun, diğer meslekler gibi herhangi bir "iş" olmadığını, "Oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle..." sözünü çürük dişine dolgu yapan bir sakız olarak algılamış yavşak oyunculara kulak asmanın düzene hizmet ettiğini bilince çıkarması gerekir.

Bir sanatçının, bir oyuncunun, kapitalist sömürü düzenine hizmet etmemesi, bu sömürü düzeninden beslenmemesi için, bir tek koşul vardır; sosyalist olmak... Sosyalist bir sanatçının, sosyalist bir oyuncunun beslendiği kaynak da, halkın yüreğidir. Halkın hakkını, halkın hukukunu, halkın kurtuluşunu savunan sosyalist bir sanatçı, sosyalist bir oyuncu, sadece sanatla, sadece oyunculukla değil; kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesine direkt olarak etki etmeyen, yani meta estetiğinin kuluçka makinesine bağlı ve bağımlı bir imge olarak görev almayacağı herhangi "bir başka iş" yapmalıdır. "Bir başka iş" yapan sosyalist bir sanatçıyı, sosyalist bir oyuncuyu, hiçbir kaba güç durduramadığı, durduramayacağı gibi, hiçbir ince güç de asla durduramaz. Böyle bir sanatçıya, böyle bir oyuncuya, ne polis, ne noter, ne savcı, ne de yargıç müdahale edebilir. Kapitalist sömürü düzenindeki üst yapı kurumlarının ince ayarcılarından yılmayan sosyalist bir sanatçı, sosyalist bir oyuncu, sadece ve sadece halkın hakkı, halkın hukuku, halkın kurtuluşu için sanat yaptığından, oyun oynadığından, haksızlıkların yasalarla korunmasına sonuna dek direnip karşı çıkar!


***


Sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın kaleme aldığı bu yazıyı, Sosyalist OYUN Dergisi'nin Ocak 2011 tarihli sayısında da okuyabilirsiniz!...

Kapitalist yöntemle kalkınmayı ilke edinen Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre HB'nin "yavşak" deme hakkı var; ama HB'nin "yavşak" deme hakkı asla yok

Kapitalist yöntemle kalkınmayı ilke edinen Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre Haluk Bilginer'in (HB) "yavşak" deme hakkı var; ama sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın (HB) "yavşak" deme hakkı yok ve asla olamaz da!

Çünkü...

HB ile HB, sadece ve sadece ad ve soyadlarının baş harflerinde eşitler!


***


Ayrıca bakınız:

"Oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle..." diyen Nihat Haluk Bilginer'e "yavşak" dediği için tutuklanmak istenen Hilmi Bulunmaz'a bugün gelen tebliğ!


"Oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle..."

sevenload video paylaşım sitesinde 5 Kasım 2010 gününden beri yayında olmasına ve tam 560 kez izlenmesine karşın, Haluk Bilginer'li video sansürlendi!

İzzet Tozkoparan, "Oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle" saçmalığında lâf eden Haluk Bilginer karşısında susmuyor from BTV on Vimeo.

Sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın "DOĞAÇLAMA KURGU" yöntemiyle çektiği kısa film, "Oyuncuların çoğu yavşak mı genellikle?" sorusuna yönlendiriyor!!!

Link: Oyuncuların çoğu yavşak mı genellikle?

Bu kadar kısa zamanda 250 ziyaretçi!

Yavşak olmayan tiyatro, sinema ve televizyon oyuncularının çoğu tarafından genellikle izlenmesi gereken çok önemli ve besin değeri yüksek bir site!...

TIKLAYINIZ:

Yazar Buket Uzuner'in "Ahmet Cemal burada (Oyun Atölyesi'nin içindeki Antre Kafe’de) çalışır" dediği Cemal'in ahbap çavuş övgüsüne Melih Anık neşteri!

Ahmet Cemal, Shakespeare ile Oyun Atölyesi Arasında ve Seyircinin Korunması


Melih Anık
27 Aralık 2010


Aydın, yazar, eleştirmen, akademisyen, çevirmen Ahmet Cemal, Cumhuriyet'teki köşesinde birbirinin devamı olduğunu söylediği iki yazı yazdı:"Shakespeare ve Trajik Düşünce" (3 Aralık 2010); "Bizim İklimlerimiz ve Tragedya" (10 Aralık 2010) Birinci yazının son, ikinci yazının ilk paragrafı olmasa, bu iki yazıyı –içlerindeki ortak olan kelimelere rağmen- birbirine bağlamak zor.

Ahmet Cemal, belki de durumun farkında olduğu için (sanki Oyun Atölyesi'ni gündemde tutmak için), iki hafta üst üste yazarak, bir 'tefrika' ortaya çıkarmış. Cumhuriyet'te, haftada bir yazan Ahmet Cemal'in, her sezon, en az bir yazısını Oyun Atölyesi üzerine yazmasına alıştık, ama Türkiye'de Ahmet Cemal'in ilgisine lâyık ve muhtaç başka toplulukların olduğunu hatırlatmak isterim. Zaten medyada, tiyatroya ayrılan yer az. Olanları da, hakkıyla kullansak olmaz mı? ("Eski Cumhuriyet yazarları köşelerini daha adil kullanırlardı" diye düşünüyorum.) Kaldı ki, Ahmet Cemal yazmasa da 'kapalı gişe' oynamıyor mu Oyun Atölyesi?

Aslında iki yazıyı kesip alt alta koyarak okuyacaklar için (Kaç kişi? Belki kitap olunca okunur artık!), iki yazının birbirinin devamı olduğunu söylemek olanaklı değil. İki yazı birbirinin tamamlamıyor, hatta çelişkiler bile var aralarında. Ama ne gam! Kim hatırlar? Kim takip eder?

Birinci yazıda Shakespeare, ikinci yazıda Oyun Atölyesi övgüsü var öncelikle. Birinci yazıda Shakespeare, "Modern tragedyanın babası"; ikinci yazıda Haluk Bilginer, "seyircinin koruyanı"; Kemal Aydoğan, "yorumlayan ama anlaşılamayan" olarak nitelenmiş. İki yazıdan çıkan ise, Ahmet Cemal, Oyun Atölyesi’ni seviyor; Shakespeare yazarmış gibi yapıp Oyun Atölyesi'ni yazıyor.

Yazara göre;

.........."dünya edebiyatının ve karakterlerini kavramsallaştırmayı başarabilmiş birkaç yazarından biri (Dikkat lütfen: 'BİRKAÇ' / M.A.) olan Shakespeare açısından yaşanan zamanı çözümleyebilmek önemlidir. Doğru sorular yöneltildiğinde doğru yani o çağ için geçerli yanıtlar alınır. Shakespeare yöneten-yönetilen ya da iktidar ilişkileri, her çağın bu türden ilişkilerine bugüne ve geleceğe ait yorumlar getirebilir. Batının düşünce dünyası bireyselleşmiş insanı kendi ahlakını türetmekle yükümlü kılabildi."

.........."İnsanoğlu tanrılarınca terk edilmiş bir dünyada kendi sorunları ile baş başadır. Bizim iklimlerimizin insanı ise kader ve inanç çizgisinden şaşmayan düşünsel yolculuğunu sürdürdü ve bu yüzden sonunda kendi trajikliğinin bilincinde olmayan trajik insan niteliğinin düşünsel bataklığına saplandı"

Birinci yazı, Aydoğan'ın Shakespeare yorumlarının "bu açıdan" neden yeterince anlaşılmadığının açıklamasının gelecek haftaya kaldığı ile bitiyor.

İnsan, ikinci yazı "bu açıdan" nasıl olacak; "zamanın çözümlenmesi, doğru sorular ve çağ için geçerli yanıtlar, yönetilen-iktidar ilişkileri ve "bu iklimlerdeki insanın düştüğü bataklık" vurgulaması ile Oyun Atölyesi'nin son Shakespeare uyarlaması "Makbet"in ilişkisi ne diye merak ediyor. Ahmet Cemal, konuyu "Makbet"e değil, Kemal Aydoğan rejilerinde "önemli bulduğu", "gözden kaçan", "ortak nokta"lara getiriyor sözü. Ahmet Cemal'e göre "Seyirci açısından özel beklentilere dönüşmüş doruk noktalarını veya söylemleri vurgulamak yerine söz konusu noktaların gerilimini olabildiğince oyunun bütününe yayıyormuş"Aydoğan; "belli dizelerin ve tiratların etkisiyle sınırlı kalmaksızın bir bütün olarak seyirciye geçmesi" isteniyormuş. Bunun "trajik düşünce" "bizim iklimimiz insanının kader ve inanç çizgisi" "içine düştüğü bataklık" "yaşanan zamanın çözümlenmesi" ile ilgisi ne? Oyun Atölyesi "Makbet"te bunları yapmış mı demek istiyor? Anlamı çok zorlarsanız, oyunu seyrederken yakalamaya çalışabilirsiniz diye anlamak mümkün. Ahmet Cemal, sizi önceden uyarıyor. ‘Yakalayamazsanız’ ‘donanımınız’ eksik olabilir, belki de oyuncular özümseyemedi!

Öte yandan, seyirci için iyi bir şeymiş gibi algılanıyor bu sözler, seyirci "şoka" girmeyecek, ilaç azar azar verilecek damardan gibi. Allah korusun 'dizelerin görkemi' ile sarsılır düşer seyirci, ne yaparız sonra. Ahmet Cemal, Haluk Bilginer'in çevirisi kapsamında "belli/alışılmış noktalarda dizelerin görkemine kapılıp gitmekten , böylece de seyircinin kendi kurgusunu üretirken sapabileceği yanlış yollardan korumuş" diyor ya işte bu, "gerilimin oyun bütününe yayılması" ile bütünlük içinde. ‘Seyircinin kendi kurgusunu üretirken sapabileceği yanlışlıktan korumak’ nasıl bir ‘korumacılık’tır sorusu Ahmet Cemal'e, Oyun Atölyesi üzerine 2 yazı daha yazmak fırsatı verir herhalde. Devletin vatandaşını korumasını biliyorduk, ama ‘seyircinin korunmasını’ bulmak da Ahmet Cemal’e nasip oldu! Yazıların başlığını öneriyorum: "Oyun Atölyesi ve Seyircinin Korunması" ve de "Bizim İklimlerimiz ve Seyircinin Korunması" Eli değmişken, bir kanun tasarısı da hazırlar bu arada:

"Seyircinin, Dizelerin Görkemine Kapılmaktan ve Sapacağı Yanlış Yollardan Korunması Hakkında Kanun"

Bu 'gerilimin oyun bütününe yayılması', “yarattığı etki ve doğurduğu sonuç açısından çok bilinçli bir tutum”muş. Bildiğiniz gibi “yaratılan etki ve doğurulan sonuç” hedef kitle üzerindeki tesirlerine bakılarak anlaşılır. Yazısını “yorumlarının doğruluğu yeterince anlaşılamayan bir yönetmen “ üzerine kuran ve “gerçek tragedyayı izleyebilmek bağlamında donanımını” sorguladığı seyirci ile bitiren bir yazar kendisi ile çelişmiyor mu? Öyle ya “yorumları yeterince anlaşılamamış yönetmen” varsa, donanımlı olmadığı için yorumu anladığından kuşku duyulan bir seyirci üzerinde “etki ve sonuç” ne ola ki? Etki yaratılmamış sonuç doğurulmamıştır zaten. Karşınızdakine geçmemişse sizin bilinçli tutumunuzun ne yararı var? Geçse de fark etmeyecek zira seyirci ‘korunmuş’! Yönetmenin bilinçli yorumunu ‘yeterince anlayan’ azınlık içinde Ahmet Cemal’in olduğunu anlıyoruz. O da bize anlatıyor. Tiyatroda (sanat da) “aracılı bir bilinç aktarıcılığı” işe yarar mı? Her seyirciye bir ‘Ahmet Cemal’ mi verilecek! Öte yandan Oyun Atölyesi’nin Shakespeare yorumları dünyada kendini sınadı da haberimiz mi olmadı?

Ahmet Cemal yazısında “hedeflenen sonuç”tan bahsetmiş. “Sonuç” bir olayın “son”udur, olmuş bitmiştir. “Hedef” ise “gelecek” ifade eder. Biz yazarın "Varılmak istenen son" demek istediğini anladık ama çevirilerine hayran olduğumuz ‘hoca’ yazar kendini daha iyi anlatmış olaydı.

Yazısının içinde “eksik kalmasın” diye olacak “Haluk Bilginer’in bir sahne metni niteliğiyle yaptığı çeviride” demiş. Haluk Bilginer’in önceki Shakespeare tercümeleri hakkındaki düşünceleri ile birlikte okuduğunuzda Ahmet Cemal’in, Bilginer’in çevirileri üzerine bir şeyler söyleme gerekliği hissettiği anlaşılıyor. Bu vurgu bize daha önce yapılan tercümeleri düşündürtüyor. Shakespeare tercümelerini kimler yaptı ? Orhan Burian, Halide Edip Adıvar, Vahit Turhan, Sabahattin Eyüboğlu, Mina Urgan, Bülent Bozkurt, Özdemir Nutku, Can Yücel, Ali H.Neyzi (/Mina Urgan), Hamdi Koç, Talat Sait Halman, Berna Moran, Nureddin Sevin, Saffet Korkut, Hâmit Dereli, Avni Givda, Haldun Derin. Bu isimleri düşününce Ahmet Cemal gibi dilimize onlarca tercüme hediye etmiş bir yazarın ifadesini yadırgamaz mısınız? Bu çevirileri yapanlardan hangisi Shakespeare eserlerinin “sahne metni olmadığını” düşünmüştür, ya da çevirilerinde bu “hassasiyet” yoktur? Kaldı ki önüne “kendinden öncekileri” açan biri ne kadar ‘tek’ başınadır? Bir insanı övecekseniz düşünmez misiniz söz nereye gidiyor diye. “Sahne niteliğiyle yaptığı çeviri” vurgusu sanki yeni bir şeymiş gibi anlaşılır. ‘Olması gerekeni’ vurgulamaya da gerek yoktur. “Vurgu” yaparken dikkat etmeli insan. Dikkat etmiş de yapıyorsa “ayıp etmemeli” en azından. Ahmet Cemal, Haluk Bilginer çevirisinde bula bula bunu bulmuş demek ki!Amaç “dizelerin görkemine kapılıp gitmekten ve sapabileceği yanlış yollardan korumakmış seyirciyi” Bunu kim söylüyor? Doyumsuz çevirileri ile sözün , dizenin güzelliğini aktaran, öğreten “akademisyen” Ahmet Cemal ! Ahmet Cemal diyor ki “sahne metni olma niteliği” “dizelerin görkeminin” önüne geçebilir. VAY Kİ VAY! Allah'tan Shakespeare bu söylemlere aldırmayacak kadar görkemli dizeleri ile ayakta yüzyıllardır. Ben Oyun Atölyesi ve çevresine aldırmıyorum ama “akademisyen” Ahmet Cemal’in ait olduğu dünya akademik çevrelerinin onun bu sözlere aracılık etmiş olduğunu duymamalarını diliyorum.

Ahmet Cemal “Shakespeare’in amaçladığı soruları sormasını sağlamak” ifadesiyle de Shakespeare’i “bitirmiş” (ve de “bitirilmiş”) olduğunu ima ediyor. (Macbeth bağlamında bile olsa) (“Seyirciyi sapabileceği yanlış yollardan koruma” da bilindiğine göre iş tamam demektir!) Oysa bu ifadesi “tefrika”nın ilk yazısındaki Ekkehart Krippendorff’tan yaptığı alıntı ile çelişiyor. “Günün birinde artık aklımıza Shakespeare’e ilişkin hiçbir yeni düşünce gelmezse bu kültürümüzün ölüm ilânı olacaktır”

Ahmet Cemal, dünya kültürünün ölüm ilânını yazmış oluyor böylelikle. Shakespeare’in Macbeth'te amaçladığı soruları biliyor ya çözmüş ya. (Ya da birileri biliyor ve çözmüş ya) Oysa dünyadaki herkes arıyor, araştırıyor hâlâ (Macbeth'i de.. Oyun Atölyesi de.) Belki de Ahmet Cemal’in bulunduğuna inandığı cevapların yanlışlığı ortaya çıkacak bir gün! Ne olacak o zaman? Shakespeare’in esas büyüklüğü yarattığı kuşkuda değil mi? Ne dedi? Ben neyi anladım? Anladığım onun söylemek istediği mi? Yoksa yanlış mı anladım? Bu sorular olmasa Shakespeare’in yazdığı oyunların (Macbeth dahil) binlerce katı sayfa yazı olmazdı değil mi!

Bu noktada Ahmet Cemal, Shakespeare’in amaçladığı soruyu da açıklıyor:

"Acaba ben herhangi bir iktidar uğruna neleri göze alabilirim? Hangi iktidar parıltısı beni bir katil konumuna sürükleyebilir?"

Bu sorulardaki ‘kişisel’liği, Ahmet Cemal’in ilk yazısında çizdiği atmosfer ile birlikte yeniden okuyun lütfen. Kemal Aydoğan “politik”(yani “yöneten-yönetilen ya da iktidar ilişkileri”) vurguyu oyunun bütününe yayarak seyirciye aktarmayı amaçlamamış mıydı? “İçine düşülen bataklık” “yöneten-yönetilen ilişkileri” kişisel miymiş? İçinde ‘iktidar’ geçti diye “politik olmuş” mu diyeceğiz?

"Politik yanı yeterince vurgulanmayan bir Shakespeare her zaman eksik kalmaya mahkûmdur" demiş Ahmet Cemal. Görüştür. Ama bu bize “sanat sanat ya da toplum içindir” klişelerine formüle edilmiş bir “yararcı” anlayışı vazeder. Başka biri söylese dinler geçerim ama üniversitede öğretim üyesi olan bir akademisyenden duymak beni rahatsız ediyor. Ayrıca ‘yeterince’ neyle ölçülür, birimi nedir? Shakespeare’in “tamam” denilen ama içinde politik vurgu taşımayan, alkışlanan yorumları yok mu dünyada? Olsa, “eksik” mi demeli? Shakespeare’i bilen biri Shakespeare’in büyüklüğünün “çoklu” okumalardan kaynaklandığını bilmez mi? Globe’u bilen biri Shakespeare’i balkondaki ile salondakilerin farklı algıladığını ve seyirci açısından “eksik kalma”nın çok tartışılır olduğunu bilmez mi? Ahmet Cemal bu sözleri inanarak mı söylüyor acaba? Yoksa Oyun Atölyesi’nin Shakespeare damgalı ürünlerine “uygun elbise” mi giydirmeye çalışıyor?

‘Tefrika’dan çıkan ve lafın döndürülüp dolaştırılıp getirildiği son nokta şu : Kemal Aydoğan anlaşılmamışsa kabahat ya “böyle güncellemeleri özümseyemeyen oyuncuda” ya da “gerçek tragedyayı izleyebilmek bağlamında donanımlı olmayan” seyircide. Ama seyircisini ‘koruyan’ onu ‘bağışlar’ da.. İçim rahatladı birden ama gene de merak ediyorum tiyatroda ‘yönetmen’ için de ayni şeyi mi düşünüyor Ahmet Cemal! Son günlerin sorusunu değiştirip soralım: “Yönetmenin hiç mi suçu yok?”

Allah sizi “dizelerin görkemine kapılıp yanlış yollara sapmaktan koruyanlar”dan ve “koruyanları koruyanlar”dan korusun. Amin!

Sen sağ ben selâmet..

(Kaynak: Melih Anık / Düşünceler)


***


Ayrıca bakınız: "Ahmet Cemal burada (Oyun Atölyesi'nin içindeki Antre Kafe’de) çalışır."diyen Buket Uzuner, Cemal'in, Oyun Atölyesi'yle ahbap çavuşluğunu sezdiriyor!

"Ahmet Cemal burada (Oyun Atölyesi'nin içindeki Antre Kafe’de) çalışır." diyen Buket Uzuner, Cemal'in, Oyun Atölyesi'yle ahbap çavuşluğunu sezdiriyor!

Türkiye'deki aydınların çoğu, bu ülkede yaşayan emekçilerin sıcaklığından çok uzak bir koordinatta yaşıyorlar...

Türkiye'deki aydınların çoğu, bırakınız sosyalist örgütlenmeye organik katkı sunmayı, kapitalizmi ilelebet muhafaza ve müdafaa etmekten bile yoksun, feodal ruhlu insanlar...

Türkiye'deki aydınların çoğu, "sen, ben, bizim oğlan"cı...

Türkiye'deki aydınların çoğu, ahbap çavuş ilişkilerinin tutsağı olmuş durumdalar...

Türkiye'deki aydınların çoğu, "hesabını bilen kasap, kıçına kaçmaz masat" mantığını çok iyi çözmüşler...

Türkiye'deki aydınların çoğu, "Oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle..." lâfına toz kondurmayacak kadar sessiz bir yığın...

Türkiye'deki aydınların çoğu, ağzına bir mikrofon uzatıldığında, hangi mekânda, hangi aydınlarla birlikte aydınlandığını(?!) teşhir etmeye bayılır... (HB)


***


Uzun yazma dönemlerimi hep kafelerde çalışarak geçiriyorum


Moda sevdası ile tanınan ve birçok önemli edebiyat yapıtına imzasını atan Buket Uzuner ile yaşadığı yer olan Moda’da Oyun Atölyesi'nin içindeki Antre Kafe’de buluştuk. Uzuner, “Moda’da mahallelik kavramı çok gelişmiş. Bir kadın olarak burada yaşadığım için çok mutluyum. Gece oturup yazabileceğim ve garip karşılanmayacağım yerler var” diyor. Buket Uzuner kitapları için araştırma yaparken ya da uzun yazma dönemlerinde hep kafelerde çalışan yazarlardan. Kendi tabiriyle, kaosla besleniyor. Elinden düşürmediği hatta kitap okuduğu iPad’i ve çalışma defterleri ile severek oturduğu masada bize poz verirken, kafe kültürünün onun için ne kadar önemli olduğunu dinliyoruz: "Oyun Atölyesi Moda’ya değer katmış bir yer. Her şeyden önce destek vermek için buraya gelmeye başladım. Ardından gördüğünüz bu mekanın yemekleri ve kahveleri güzel gelmeye başladı. Pek çok yazara burada rastlarsınız. Ahmet Cemal burada çalışır. Etrafta kendinize benzeyen insanlar görmek mutlu edici. Sabahları geldiğimde Haluk Bilginer'e okuma provalarında rastlayabiliyorsunuz." Bir Amerikalı yazar dostunun “Neden Türkiye’de bu kadar çok Amerikan kafesi var” sorusuna Buket Uzuner, “Kafelerden sosyal hayat biçimini satın alıyoruz” diye yanıt veriyor.

(Kaynak: ensonmoda.com)


***


Ayrıca bakınız: Yazar Buket Uzuner'in "Ahmet Cemal burada (Oyun Atölyesi'nin içindeki Antre Kafe'de) çalışır" dediği Cemal'in ahbap çavuş övgüsüne Melih Anık neşteri!

"Oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle" dediği için, kendisine "YAVŞAK" dediğimizden bize İHTARNAME gönderen Nihat Haluk Bilginer de bizden izleniyor!

Google'da Nihat Haluk Bilginer diye arama yaptığınızda 18.100 sonuçtan birinci ve ikinci sıralarda sitemiz çıkıyor!


Bakınız: Google/Nihat Haluk Bilginer


***


Ayrıca bakınız:

Ağzından çıkanı kulağı duymayan LİNÇÇİ Oyun Atölyesi patronu Nihat Haluk Bilginer, Hilmi Bulunmaz'ın adını vermeden, "okumadan yanıt verenler" diyor!

Yazar Buket Uzuner'in "Ahmet Cemal burada (Oyun Atölyesi'nin içindeki Antre Kafe'de) çalışır" dediği Cemal'in ahbap çavuş övgüsüne Melih Anık neşteri!

"Ahmet Cemal burada (Oyun Atölyesi'nin içindeki Antre Kafe’de) çalışır." diyen Buket Uzuner, Cemal'in, Oyun Atölyesi'yle ahbap çavuşluğunu sezdiriyor!

14 Aralık 2010 Salı

"Oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle..." diyen Haluk Bilginer, "Ezel" dizisine yükselirken, Bilginer'e "yavşak" diyen Bulunmaz'a tutuklama kararı!!!

LİNÇÇİ Yrd. Doç. Dr. Adnan Tönel'in "İstanbul Şehir Tiyatroları Özelleştirilmeli mi?" başlıklı yazısına(?!) hemen aşağıda "değerlendirme" yaparken, Nihat Haluk Bilginer'e"yavşak" dediğim için "TUTUKLAMAYA İTİRAZ EDEN KARŞI TARAF: Hüseyin Hilmi Bulunmaz" tebliği geldiğinden, Adnan Tönel'in yazısına yaptığım "değerlendirme"yi yarım yamalak bırakmamak için "korumaya" alıp, şimdilik kaydıyla görünmez kıldım. En kısa zamanda, bu yazıyı(?!) "değerlendirme"siyle birlikte yeniden yayınlayacağım. (HB)

"Oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle..." diyen Nihat Haluk Bilginer'e "yavşak" dediği için tutuklanmak istenen Hilmi Bulunmaz'a bugün gelen tebliğ!

.........................................T.C.
....................................KADIKÖY
...................1. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ


.......................................................................................DEĞİŞİK İŞ KARAR

DEĞİŞİK İŞ NO: 2010/236

HAKİM: TAMER AKGÖKÇE 28294
KATİP: ÖZGE KAHYAOĞLU 128835

TUTUKLAMAYA İTİRAZ EDEN
KARŞI TARAF:
Hüseyin Hilmi Bulunmaz
TALEP: Kadıköy 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 22/10/2010 tarih ve 2010/1908 D. İş sayısına itiraz
İTİRAZ TARİHİ: 04/11/2010
KARAR TARİHİ: 26/11/2010

Hüseyin Hilmi Bulunmaz Kadıköy 2. Sulh Ceza mahkemesinin 22/10/2010 tarih 2010/1908 Değişik iş sayılı Yayından çıkartma kararına itiraz etmiş olmakla evrak incelendi

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

Kadıköy 2. Sulh ceza mahkemesinin 22/10/2010 tarih 2010/1908 D.iş sayılı kararda usul ve yasaya aykırılık görülmediğinden, itirazın reddi noktasında karar vermek gerekmiştir.

HÜKÜM


1 - Kadıköy 2.Sulh ceza mahkemesinin 22/10/2010 tarih 2010/1908 D.iş sayılı karara yönelik itirazın REDDİNE

2 - Kararın bir suretinin itiraz eden şüpheliye C.savcılığınca tebliğine

3 - Evrakın C.Savcılığınca iadesine

Dosya üzerinde yapılan inceleme neticesinde mütaalaya uygun kesin karar verildi.
26/11/2010

Katip 128835 .............................................................Hakim 28294
......İmza ................................................................................İmza



***


Ayrıca bakınız:

"Oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle..." diyen Haluk Bilginer, "Ezel" dizisine yükselirken, Bilginer'e "yavşak" diyen Bulunmaz'a tutuklama kararı!!!

Kapitalist yöntemle kalkınmayı ilke edinen Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre HB'nin "yavşak" deme hakkı var; ama HB'nin "yavşak" deme hakkı asla yok

Kapitalist yöntemle kalkınmayı ilke edinen Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre Haluk Bilginer'in (HB) "yavşak" deme hakkı var; ama sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın (HB) "yavşak" deme hakkı yok ve asla olamaz da!

Çünkü...

HB ile HB, sadece ve sadece ad ve soyadlarının baş harflerinde eşitler!


***


Ayrıca bakınız:

"Oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle..." diyen Nihat Haluk Bilginer'e "yavşak" dediği için tutuklanmak istenen Hilmi Bulunmaz'a bugün gelen tebliğ!

YAKINDA YAYINDAYIZ!...

"Oyuncuların çoğu yavşaktır genellikle..." HB (Haluk Bilginer)
.

"Oyuncuların çoğu, yukarıdaki söze karşı çıkabilecek yürekliliği gösteremezse, Haluk Bilginer, bu düzeysiz sözü tedavülden kaldırıp özür dilemeyecek anlaşılan!"

HB (Hilmi Bulunmaz)